Adalılık ve adalı olma

-
Aa
+
a
a
a

Bir adada yaşamak, adalı olmak nasıl bir duygudur hiç düşündünüz mü?

Adalar ana karadan farklı bir kültürü, hayat anlayışını “adalılığı” barındırır. Birkaç yüzyıl öncesine kadar adalar mahrumiyet bölgeleri, sürgün yerleriydi. Geçtiğimiz yüzyıla kadar adaların havadan ve karadan ulaşımı yoktu. Denizden ulaşım ise hava koşullarına ve mevsime bağlıydı. Kısaca, adalı olmak yalnız olmak, izole olmaktı.

 

Adanın Latince karşılığı “isola” , İtalyanca’sı “isolea” İngilizce’si “island” sözcükleridir. İzole olma, izole kalma, izolasyon kavramlarının doğduğu noktadır adalar. İnsanoğlu ayrılığı, yalnızlığı, izole olmayı anlatmak için adalılığı ve ada gibi olma kavramını kullanmıştır.

Eğer adada yaşıyorsanız bağlı olduğunuz ana karadan, başkentten, aynı yönetim altındaki insanlardan uzaksınız. Adadaysanız başınız sıkıştığı zaman yardım gelmesi hava koşullarına ve mevsime bağlı. Adalıysanız ayrısınız, yalnızsınız...

 

Adalıysanız, saldırıya da açıksınız. Canınız ve malınız da güvencede değil. Adalar tarih boyunca saldırılara uğramış, yağmalanmıştır. Kendini koruyacak kadar askeri birliğiniz de olamadığı için ana kara insanı gibi güvence yoktur adalarda.

Adalıysanız yalnızsınız, açıktasınız ve güvencede değilsiniz. Hatta zengin olmak gibi bir beklentiniz de olamaz adada. Zengin olup birilerinin saldırısına uğramaktansa kendine yetecek kadar varlıklı olmayı seçer adalı.

 

 Dar sokaklar, iç içe yaşamlar

Peki böyle bir ortam adalı insanları nasıl etkiler? Nasıl bir şeydir adalılık? Adalı tarzı yaşamak? Adalılığın önemli bileşeni salt yalnızlık duygusudur. Yalnız olduğunuz için sizinle aynı şartlarda yaşayan insanlara sırtınızı dönemezsiniz. Yalnızlığınızı kim olursa olsun paylaşmak zorundasınız. Açlık, kıtlık yaşandığında, saldırıya uğradığınızda ya da hastanız olduğunda size yardım edecek insanlara gereksinim vardır, adalarda.

 

Adada yaşıyorsanız komşunuza ve komşunuzun komşusuna mahkumsunuz. Dininiz, milliyetiniz, diliniz ne olursa olsun adada yaşayan herkese açık olmak zorundasınız. Müslüman’ı, Yahudi’si, Hıristiyan’ı bir arada aynı kültürde biri birine yabancılaşma fırsatı bulamadan yaşamıştır adalarda.

Adalı yalnızlığının doğurduğu paylaşma ortamı, adaları sosyal hoşgörüye ve farklı kültürlere açık kılmıştır.

Adalıysanız, şehir insanları gibi içinize kapanıp yalnız yaşama, kendinizi toplumdan izole etme şansınız da yoktur. Er ya da geç o dışladığınız insanlara gereksinim duyacağınız gün gelecektir. Bu nedenle özellikle Akdeniz adalarında sokaklar dardır, evler iç içedir. İnsanlar biri birilerini görür varlıklarından haberdar olur. Evlerde çıkma balkon bulunur. Balkonlar evlerin dış mekanlarıdır, kent insanının yaptığı gibi kapatılıp içselleştirilmez. İnsanlar doğaya ve diğer insanlara açıktır. Dahası perdeler evlerin dışında genellikle balkonlara asılıdır. Perde içsel olanı kapatmaktan çok güneşi biraz engellemeye yarayan dışsal bir araçtır adalarda. Adalı olmak, yalnızlığı paylaşmak, insanlara ve doğaya açık olmaktır.

 

Sosyal hoşgörüye, değişik kültürlere açık olma adaların mimarisine de sinmiştir. Pek çok ada kilisesinde gotik mimarinin üzerinde Endülüs Müslümanlarının motiflerini ve Yahudi izlerini bu gün bile görmek mümkündür.

 

Adalılık, kültürün salt, yalın haliyle insan ve onun kültürü olarak yeniden tanımlanmasıdır sanki... 

 

Adalılık akışkandır...

 

Adalar su ve yiyeceğin sınırlı olduğu yaşam alanlarıdır bilindiği üzere. Özellikle kıtlık dönemlerinde ayırım gözetmeksiniz tüm ada nüfusu kıtlığı yaşayacağı için adalılar için “paylaşma” sosyal hayatın vazgeçilmezidir. Adalı olma paylaşma ile başlar...

 

Paylaşma kültürüne ek olarak doğal kaynakların sınırlılığı ve yaşanan kıtlıklar adalarda her şeyin yiyecek maddesi haline dönüşmesine neden olmuştur. Bütün bitkiler, otlar, hayvanlar, böcekler, deniz canlıları yenilebilir hale getirilmiştir. Ada mutfağı bilinen tüm mutfaklardan çok daha zengin ve çeşitlidir. Adalı, doğayı kendi yaşam alanına dönüştürmeye çabalamamış, kendini ona uydurmuştur.

Kent insanları doğadan gereksinimini seçip diğerlerini ortadan kaldırmaya, doğayı kendine göre yeniden kurmaya uğraşır. Adalı ise doğanın parçası olduğunu ve onu kendi istediği gibi dönüştürmeye çabalamanın gereksizliğini bilir. İşine yaramayan objeleri yok etmeye çabalamaktansa onlardan yararlanmaya uğraşır. Gerçek çevrecilik adalı bilincinde şekillenir. Kendini doğaya uydurmaya çabalamaktır adalılık. Bu anlamda adalılık değişkendir, akışkandır. İnsanı değiştirir ve değişime açık kılar.

 

Adalar ana karaya göre güvenliğin daha zor sağlandığı saldırıya, doğal afetlere daha açık yaşam alanlarıdır. Yaşam alanının güvenli olmaması, saldırıya, afetlere açık olmaları adalıları geleceğe yatırım yapmaktansa bu günü yaşamaya yöneltir. Adalı kültürde yarın olmayabilir. Gerçek olan bugündür, içinde yaşanan andır. Bu nedenle adalılar günü kurtaracak kadar çalışıp, kazandığını tüketme eğilimindedir. Akdeniz adalarının çoğunda siesta yapılır. Siesta kutsaldır. Günü yaşamaktır adalılık...

  Anakara hukukundan uzakta bir yer

Gelecek için yatırım yapma, para kazanma telaşı adalıların çoğu için söz konusu değildir. Hatta para biriktirmek ciddi güvenlik sorunu bile yaratabilir. Adalı için günü yaşamak ve hayatta kalmak, para kazanmaktan çok daha önemlidir.

 

Adalılığın adalet anlayışı da kendine özgüdür. Eğer bugünde yaşanıyorsa geleceğe dönük yaşamayı planlayan, koruyan katı ve değişmez anakara hukuku pek işe yaramaz. Anakara hukuku adalıya uzaktır. Bir haksızlık varsa en kısa sürede, zamanında vakit geçirmeden çözülmelidir.

O zaman ada kendi hukukunu yaratır ve uygular. Adalılık adaleti geciktirmez. Çünkü adalı için bugün vardır. Yarın olmayabilir.

 

Akdeniz’in en büyük adası olan Sicilya ile birlikte anılan Mafya da özünde adalet ve hukuk sistemidir. Yerel bir hukuk olarak uygulanır. Mafya hukukunun en önemli özelliği basit, yalın olması ve gecikmeden uygulanmasıdır. Mafya örgütlenmesi anakaradan uzak yaşayan adalıların kendi hukuk sorunlarını gidermek ve kendilerini anakaradan korumak için buldukları basit çözümdür...

 

Adalılık ve adalı olma, özünde insanın insana muhtaç olduğunu, doğada yalnız olmaktansa doğanın parçası olması gerektiğini, paylaşmayı, sosyal hoşgörüyü, değişkenliği ve kendi adalet anlayışını sunar.

 

Günümüzde kent kültürünün yayılıp egemen kültür haline gelmesi ile adalılık ve adalı tarzı hayat giderek etkisini yitiriyor. Adalı olmayı, adalı gibi düşünüp yaşamayı barındırmıyor, kent hayatı. Kentler, doğanın kontrol altında tutulduğu, bozulup yeniden yapıldığı yapay mekanlar olarak hayatlarımızı biçimlendiriyor...

İnsan ve onun kültürü de doğa ile birlikte kent kültürü içinde hızla başka bir şeylere dönüşüp yok oluyor.

Halbuki doğası ve kültürü ile birlikte insanlığın varolabilmesi, yaşayabilmesi adalılığı tanımak, adalı gibi düşünüp yaşamaktan geçiyor.

 

Her ne kadar kent hayatı unuttursa da gerçekte dünyamız da adaya benziyor. Evren denizinin ortasında kaynakları sınırlı biricik yaşam alanımız dünya ve bizler de bu adanın sefil sakinleriyiz aslında...